28 Aralık 2012 Cuma

GENERAL ELECTRİC'in 8 Adımda Yönetim Modeli



8 adımda yönetim
w  İşletme işi basittir.
w  Onun aşırı derecede karmaşıklaştırmayın.
w  Gerçekle yüzleşin
w  Değişimden korkmayın.
w  Bürokrasiyle savaşın.

Lider yönetici ve lider işletme nasıl olur?






          Nötron Jack olarakta anılan 20. yüzyılın en büyük işletme CEO’su, dünyanın en büyük iş insanı olarak kabul edilen Jack Welch, 1981 yılında GE’nin CEO’su oldu. GE’nin (General Electric) 10 Milyar dolar olan piyasa değerini 2000’de 600 Milyar a çıkardı. İlk on yılını 10 yılını eline aldığı organizasyonun kültürünü değiştirmek için harcadı. Fosilleşmiş insanları ve düşünceleri yok etmek için. Diğer on yılını da yok ettikleri yerine yenilerini getirerek geçirdi. Söyledikleri hangi işletme için geçerli değil ki?

GENERAL ELECTRİC’İN (GE) ANAYASASI





 

         Rekabet ne kadar sert olursa olsun, General Electric (GE) piyasada yalnızca yasal ve ahlaki yöntemlerle savaşacaktır.

GENERAL ELECTRİC Nasıl Başardı?




1876 yılı Amerika’nın yüzyıl dönümüydü. Çoğu Amerikalı için geçmişe gururla bakma zamanıydı. Diğerleri içinse geleceğe önlerinde yatan fırsatlara bakma zamanıydı. Philadelphia’daki Centennial Sergisi’ndeki elektrik stantları insanların icat etmek için yeni hedefler aradığı bir dönemin başlangıcı işaret ediyordu.

27 Aralık 2012 Perşembe

Marka İsmi Seçmenin İncelikleri




“Alacağınız en önemli pazarlama kararı, bir ürüne ne ad vereceğinizdir.” Jack Trout
Eğer çalıştığınız sektörde atılım yapamıyorsanız ve marka tescil isminizi telaffuz etmek müşterilerinize zor geliyorsa, marka isminizi değiştirmeyi ciddiye almalısınız.

26 Aralık 2012 Çarşamba

IKEA İlkeleri ve Felsefesi



IKEA  Değerleri

Birlikte olmaktan gelen coşku
Dürüstlük ve açıklık
Sorumluluk üstlenme isteği
Görevden önce gelen alçak gönüllülük
Gerçeklere dayalı yaklaşım

IKEA'nın Başarı Sırları



IKEA’ nın efsanevi ürünlerinin, başarısının, hayranlığının altında yatan nedenler nelerdir?
F Seri üretim, kolay montaj deneyimi için basit yöntemler, uygun maliyet için uygun maliyetli malzemelerin kullanılması. Böylece ürün montajında çalışacak elemandan, depolamada amblajlanmış ürünlerin yer kaplamasından ve nakliyeden tasarruf ortaya sağlanmış oluyor.

IKEA Nasıl Başardı?




IKEA, küçük bir köyde kurularak gökyüzüne dayanan bir merdivenin basamaklarına hızlı bir şekilde çıkıp dünyanın dört bir tarafına markanın bayrağını dikerek zirveye ulaşanların, güçlü bir vizyon ve derslerle dolu bir hikayenin adıdır.

25 Aralık 2012 Salı

McDonald's İnsan Kaynakları Nasıl Çalışır?





Çalışanlar Müşterilerimizidir

           McDonald's İnsan Kaynakları'nı farklı kılan şey, insan kaynakları yaklaşımının şirket kültürünün temellerine nüfuz etmiş ve yönetim tarafından ve tüm çalışanlarca benimsenmiş olmasıdır.

McDonald's Hakkında Bilinmeyenler





S  Bir hamburger köftesi, besi çiftliğinden size ulaşana kadar, 85 ayrı kontrol noktasından geçer.
S  Her hamburgerin yapılma süresi vardır.(177 derecede ve 39 saniyede pişmesi, ekmeğin 214 derece sıcaklıkta 60 saniye kızarması, patateslerin 168 derecede 2 dakika 55 saniye kızarmaları şart.)

McDonald’s'ın Başarı Sırları



Dünyanın her köşesinden milyonlarca insanın McDonald's'ı tercih etmesinin çok önemli bir nedeni var: McDonald's Standartları.

McDONALD'S Nasıl Başardı?


      

                    İlk McDonald's restoranı, 1940 yılında Dick ve Mac McDonald kardeşler tarafından California San Bernardino'da ülkedeki ilk gerçek fast food restoranı olarak açıldı. "Arabaya servis restoranı", müşterilere ucuz ve çabuk hamburger, patates kızartması ve MilkShake satarak başladıkları iş hayatları çok kısa bir süre içerisinde büyüme gösterdi.
             Kâğıt bardak ve peçeteler ile servis yapmaya başlayıp, sundukları zengin menüyü hamburger, cheeseburger, patates kızartması, içecek ve tatlı ile kısıtlayarak menüdeki çeşitliliği azalttılar ve hamburgerin fiyatını yarı yarıya düşürdüler. Mutfak düzeni, az sayıda eleman ile verimli çalışma sistemi esasıyla tekrar düzenlendi. Bunun yanı sıra arabaya servis yerine, self-servis ve paket servise yöneldiler. Böylece, artık sadece gençlerin değil, çocuklu ailelerin de uğrak yeri olmaya başladılar. Kısa zamanda bu düzen ile yüksek cirolara ulaşmayı başardılar.
          
           İşleri çok iyi gidince McDonald kardeşler, Ray Kroc’a multimixer siparişleri vermeye başladılar. Siparişin büyüklüğü Kroc’un zihnini büyüledi ve bu restoranı görmek için California'ya gitti. Bu tarihten sonra McDonald’s onun hayatı haline geldi.1954’te hamburgerin geleceğinin parlak olduğunu fark eden Kroc, marka ismini kullanma hakkını (franchise, şirketin şubesini açma imtiyazı)  elde ederek restoranlar açmaya başladı. 15 Nisan 1955’de kendi restoranını açarak ilk McDonald's işletmecisi oldu.1961 yılına gelindiğinde tam 228 restoran sahibi olmuştu. Aynı yıl şirketi 2,7 milyon $'a McDonald kardeşlerden satın aldı ve Hamburger Üniversitesini kurdu. Ford arabalarının üretim tekniklerinin (hızlı, kaliteli, temiz)  yiyecek sektörüne uyarlandığı McDonald’s restoranlarının sayısı 1963 yılında 500'ü aştı.



     “McDonald's'ın kurucusu Ray Kroc, dünyada sanayi devriminin öncüsü Henry Ford'un araba üretimine uyguladığı kitlesel üretim tekniklerini "Hızlı yemek" sektörüne uygulamıştır. O "yürüyen montaj hattı"na basit bir hamburger koyarak, araba üretiminin en gelişmiş yöntemini, en basit ürün olan hamburgere uygulayarak, dünya ölçeğinde bir başarı sağlamıştır”. Nazif Gürdoğan
1965 yılında McDonald's hisse bedeli 22,50 $' olarak halka açıldı ve 1966'da McDonald's hisseleri, New York Borsası'nda işlem görmeye başladı. Bu, artık McDonald's'ın ülke çapında büyük bir şirket, daha önceki yıllarda önemsenmeyen hızlı servis restorancılığının ise büyük bir işkolu olduğu anlamına geliyordu. 1967 ilk uluslararası McDonald's restoranı Kanada ve Puerto Rico'da açılır. 1970'li yıllar, McDonald's için hızlı büyüme, gelişme ve yenilenme yılları oldu. McDonald's bu yıllarda bir yandan kendini ABD dışına taşıyıp uluslararası bir şirket kimliği kazanırken, diğer yandan da iş yaşamında kadın-erkek eşitliği, çevre kirliliği, yardıma muhtaç çocuklar gibi toplumsal konularla ilgili çalışmalar yürütmeye başladı.
1980'lere gelindiğinde, McDonald's dünyanın en büyük şirketleri arasında yer alıyor ve hisse senetleri New York'un yanı sıra Tokyo, Paris, Münih, Frankfurt ve Toronto gibi önemli ticaret merkezlerinin borsalarında da işlem görüyordu. Restoran sayısını 1982'de yedi bin, 1986'da on bine çıkarırken, esas patlamayı takip eden dönemde yapacaktı.1990'ların başında McDonald's, Rusya ve Çin gibi özel bir konuma ve farklı koşullara sahip iki pazara daha girerek, "dünya markası" olduğunu bir kez daha kanıtladı.


14 Ocak 1984’te McDonald's'ın Kurucusu ve Yönetim Kurulu Kıdemli Başkanı Ray Kroc ölür. 1988 Fortune Dergisi McDonald's hamburgerlerini Amerikanın en iyi yaptığı 100 ürün arasına sokuyor.

1990 31 Ocak'ta, Moskova'daki ilk McDonald's restoranı açılıyor.
Hamburger Üniversitesi 40.000. öğrencisinin mezuniyetini kutluyor. Life Dergisi McDonald's Anonim Şirketinin Kurucusu Ray Kroc'u"20. yüzyılın en önemli 100 Amerikalısı" arasında gösterir.

1992 Dünyadaki o güne kadar açılanların en büyüğü olan McDonald's Çin, Pekin'de açılır. Bu iki katlı 28.000 metre karelik restoranda 700 oturma yeri ve 1.000 görevli bulunmaktadır.
McDonald's Polonya Varşova'da açılış günü satış rekorlarını kıran restoranını açıyor.

Ve bugün…

Bugün McDonald's



w  McDonald's bugün, 100'den fazla ülkede 30.000'den fazla restoranla hizmet veriyor. Bunların 13.000'den fazlası Amerika dışında bulunuyor. Restoranların yaklaşık %70'i işletmeciler, diğerleri ise McDonald's şirketinin kendisi tarafından çalıştırılıyor.
w  Her gün dünyada ortalama 52 milyon insan McDonald's restoranlarını ziyaret ediyor.
w  Dünyadaki McDonald's restoranlarında çalışanların sayısı ise 2 milyona yaklaşıyor. ABD'de nüfusun %98'iyılda en az bir kere McDonald's'a gidiyor.
w  Dünya genelinde McDonald's faaliyetleri, şirketin ABD'de Chicago yakınlarında Oak Brook'taki merkezinden yönetiliyor.
w  McDonald’s, 2007’de yaklaşık 23 milyar dolarlık ciroyla, kârını yüzde 12,7 artırarak 3.46 milyar dolara çıkarmıştır.

24 Aralık 2012 Pazartesi

60’lı Yıllarda Belirlenmiş SONY Hedefleri




60’lı yıllarda belirlenmiş SONY hedefleri

Vizyonumuz;

İlerlemenin keyfini yaşamak; toplumun yararına teknolojiyi geliştirmek. Bütün dünyada kabul gören ürünler üreteceğiz. ABD pazarına giren ilk Japon şirketi biz olacağız. ABD şirketlerinin başarısız olduğu alanlarda gelişim sağlayacağız (örneğin transistörlü radyo). Elli yıl sonra, markamız en tanınmış markalardan biri haline gelecek; ilerleme ve kaliteyle birlikte anılacak ve “Japonya’da üretilmiştir” etiketi olumlu bir işaret haline gelecek.

SONY’nin Başarı Sırları



Sony Avrasya Genel Müdürü Mohsen NOOHI’den 
SONY’nin başarı sırları

20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan büyük savaşların ardından, Japonya neredeyse yıkılmış durumdaydı. İnsanlar, ülkeyi yeniden ayağa kaldırabilmek için çalışmaya ve çıkış yolları aramaya başladılar. Elektronik sektörünün de Japonya’da bu kadar gelişmesinin temel nedenlerinden biri budur. 

SONY nasıl marka oldu?



Özgürlük, limitsizlik, yaratıcılık, hayal gücü, keşif ve seçenek.


Zihinlerde yer edinen bazı markalar vardır. Tüketici hiç bir şekilde bu markadan ödün vermez, markayı kolllar, anu almada asla tereddüt etmez. Başkasına tavsiye eder ve bir fanatik kesilir. İşte gerçek marka diyeceğimiz bu markalardan önde gelenlerinden biri de Sony markasıdır. Sony toplumda öyle bir yer edinmiştir ki ismi duyulduğunda mutlaka “kalite, güven” kavramları bilinçaltını zorlar. Sony’nin bu şekilde tanınmasının da çok farklı bir hikâyesi vardır.

Japonya’da Nesiller boyu “saki” (geleneksel pirinç rakısı) üretimiyle uğraşan Nagoya‘lı zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyay gelen Akio Morita’nın hikâyesidir aslında bu. akio morita 2. dünya savaşından önce fizik eğitimini bitirir. Ailesinin bütün ısrarlarına rağmen saki işinisürdürmemiştir. Savaş sırasında hava kuvvetlerinin silah deposunda görev yapar. Bu sırada araştırma komitesinin temsilcisi olarak çalışan ve Sony’nin ikinci kurucusu olan Ibuka Masaru ile tanışır. Birlikte gece görüş sağlayan bir cihazla, sıcaklıktan sinyal alan yönlendirme sistemi yaptılar.



Morita ile Masaru 1946 yılına gelindiğinde Tokyo Tsuşin Kogyo Kabuşiki Kaişa (Tokyo Telekomünikasyon Mühendisliği Şirketi) adında kendi şirketlerini kurdular. Amaçları genel tüketici kitlesi için elektronik araçlar üretmekti. Masaru, voltmetre ve rezistanslı yastık gibi ürünlerin üretimine yöneldi. Morita ise işletme ve teknik gelişmelerin takip edilmesi alanlarıyla ilgilenecekti.



Masaru 1949 yılında makaralı manyetik teyp cihazı ve ürünü kullanmak için bir kayıt cihazı geliştirdi.  Bu teyp Japonya’nın ilk teybiydi ve pazara sundukları ürünün başarısı Amerika’daki Bell laboratuarı’nın elektronik transistorlerini üretme hakkını satın almalarını sağladı. Akio 1950 yılında evlendi. Çalışmalarına ara vermeden devam etiler. 1955 yılında ilk transistorlü radyo ve 1957’de ilk cep radyosunu ürettiler. Akio, şirketlerinin adının Japon olmayanlar tarafından telaffuzunun zor olduğunu fark etti ve ismin değiştirilmesi gerektiğini düşündü. Sözlüklerden aramaya başladılar ve Latincede ”ses” anlamına gelen “sonus” kelimesini uygun buldular. Şirketlerinin adı 1958’den itibaren Sony Corporation olarak değiştirildi.


1960 senesinde sekiz inçlik transistorlü televizyonu piyasaya çıkardılar. 1961 yılında Akio Morita Sony’nin genel yönetim kurulu başkanı oldu. Sony Aynı yıl Amerika borsasına girerek New York borsasında işlem gören ilk Japon markası oldu. Amerika’da Sony’nin ilk uluslar arası şubesi açıldı. 1970’lere kadar bu şubenin yöneticiliğini kendisi yaptı.1960’ta ayrıca İsviçre’de ilk Avrupa şubelerini açtılar.1963 yılında Akio Morita Amerika halkını daha iyi tanımak için bir yıllığına Amerika’ya gitti. Amerika’da büyük reklâm kampanyaları düzenledi. Yan sanayi işletmelerinin bağımlılıklarından kurtulmak için kendi kimya fabrikalarını kurdular. 1965’de evlerde kullanılabilecek videoteyp cihazını ürettiler. 1968’lerde ise renkli televizyonda liderliği yakaladılar. Pazara sürdükleri Trinitron tüplü televizyonlar çok tutunca hızlı bir yükselişe geçtiler. 1963’te Amerika’daki Pazar payları % 7 iken, 1974’de %40’a çıktı. Bu da beş renkli televizyondan birinin Sony olması demekti. 1971’de ilk renkli videokasetlerini ürettiler.


Morita Akio 1971’de şirketin CEO’su oldu. 1972’de Sony tarafından geliştirilen Video Recorder (kayıt) sistemi Betamax’ı ürettiler. İlk video cihazlarının fiyatları o kadar yüksekti ki aynı parayla bir araba bile alınabilirdi. VHS adıyla panasonic markası, daha uygun fiyata piyasaya benzer ürün sundu ve Sony’nin elindeki birinciliği kaptı. Betamax, çok kötü bir şekilde neticelenmişti ve bu da Sony’nin bazı alanlarda diğer şirketlerle ortaklık kurarak hareket etmesini sağladı. Günün birinde uçak beklerken canı sıkılan Akio Morita, insanın yürürken müzik dinleyebilmesi için bir cihazın eksik olduğunu ve bunun yapılması gerektiğine karar verdi. Uzun uğraşlar ve şirketteki bir çok kişinin engel olmasının önüne geçilmesiyle walkman üretildi.1980’lerde gelindiğinde ise piyasaya sürülen Walkman öyle bir başarı elde etti ki, Sony’nin en fazla sattığı ürün haline geldi. Kasetçalar ve radyo halkın ihityaçlarını muazzam denilecek şekilde karşıladı. 1979'da Sony tarafından üretilen Ceket cebine sığabilen Hi-Fi (High-Fidelity) Walkman seti dünyada satış zirvesine oturdu. 1987’de dünyanın en büyük plak şirketi CBS’ yi 3.4 milyar dolara, 1989’da ise 4 milyar dolar harcayarak Columbia Pictures firmasını satın alarak film endüstrisine girdi. Sigorta ve finans şirketlerini de bünyesine katarak büyümeyi sürdürdü. Akio 1994’te sağlık problemlerinden(felç) dolayı şirketten ayrıldı. 1999’da ise hayata gözlerini yumdu.


1994’te Sony’nin en başarılı ürünü olan “playstation”u piyasaya sürüldü. İlk başlarda walkman için tepki gösteren firma yöneticilerinden bazıları playstation içinde tepki göstermişler, fakat satış sonuçları onları yanıltmıştı. Yıllık satış değeri 7 milyar dolar olan playstation, Sony’nin dünya çapındaki cirosunun %9’unu, toplam kar payı içerinde de % 27 oranındaydı. playsatation 2 piyasaya ilk çıktığında Japonya’da aynı gün 980.000 adet satarak bir ilki gerçekleştirmiştir. Fakat diğer siparişleri yetiştiremediği için bu üründen zarar etmiştir.

23 Aralık 2012 Pazar

STARBUCKS’UN 101 SIRRI




Starbucks’un stratejisi birkaç cümleyle özetlenebilir;

F Müşteriyi her yerde yakala ve yakaladığın müşterinin kötü deneyim yaşamasını engelle, senden uzaklaşmasını engelle.
F Keyifli bir zaman için kuyrukta beklemesine engel ol

F  

”Büyürken küçük kalmayı başarabilmeyi başaran”



Firma misyonunu, harika bir çalışma ortamı yaratma ve herkesin birbirine saygılı ve onurlu davranmasını sağlama olarak belirlemiş.
En iyi tadı sunabilmek için en Üstün kaliteye ulaşabilmek adına, sürekli müşteri deneyimlerini elde ederek, sohbet edilen, ilişkilerin yoğun olarak yaşanacağı ve bu ilişkilerin ilk günkü gibi taze kalmasını sağlayacağı hem entelektüel hem de romantik bir mekân kurmayı amaçlıyor.
Garsonlar müşterilerine sundukları ürünleri birkaç kez tatmadan ve iyice tanımadan işe başlayamıyorlar. Çalışanlara her altı ayda bir performans değerlendirmesi yapılıyor. Çalışmaya başlamadan evvel bir aylık bir eğitim süreci var. Bunun ilk bir haftası Starbucks’un genel felsefesi, müşteri ile iletişim ve kahve bilgileri anlatılıyor. Sonraki üç hafta ise mağazada pratik eğitim alıyor ve barista sertifikası almaya hak kazanıyor. Hijyen eğitiminden yiyecek eğitimine kadar bir yılda 5 ya da 6 kere eğitim almaya devam ediyorlar. Barista, eğitim sonunda öyle bir hale geliyor ki, hangi tür kahvenin hangi pastayla uyum sağlayabileceğini çok rahat bir şekilde bilir hale geliyor. Yani ürünü ve hizmeti tanıyarak servislerini gerçekleştiriyorlar. Nasıl bir eleman istediğini şöyle açıklıyor Starbucks yöneticileri; Güler yüzlü olsun, düzgün servis versin, bizi iyi temsil etsin.




Starbucks, müşterilerinin benzersizliklerinin fark edilmesi özlemi içerisinde olduklarını bildiğinden, müşteri deneyimini kendi bünyesinde zenginleştirerek, hiçbir şeyin önemsiz olmadığını ve müşterinin her şeyin farkında olduğunu Starbucks olarak unutmamaları halinde rekabette önemli bir üstünlük sağlayacağının farkına vararak pazarlama felsefesini oturtmuş. Müşterilerini çekici bir mekânda ağırlamak için en ideal ortamı meydana getirmeye çalışıyor.
                                    
Çoğu insan Starbucks’u sadece kahve satılan bir yer olarak bilir. Birçok kahve çeşidiyle birlikte yiyecek olarak sunulan çeşitlerde fazlasıyla mevut. Starbucks, kendisine üçüncü adres diyor. home, ofice and starbucks. Evden, işten sonra uğranılacak mekân olarak tanımlıyor kendini. Bazı firmaların “ilk uğrayacağınız mekân” gibi yanlış pazarlama hatasına düşmüyor. O kadar rahat bir ortam meydana getirmişler ki istediğiniz kadar otursanız(başkasını rahatsız etmeyeceğiniz şartıyla) kimse gelip size “bir şey alır mısınız?” diye sormuyor. Şehirdeki stresli ortamlardan, işteki yorgunluğun ardından rahatlamak için birebir mekân olarak tasarlanmış. Küçük bir tatil ortamı diyebiliriz buraya. Zaten  “Ben Starbucks’ı bir tatil şirketi olarak görüyorum. Çok yoğun yaşamlarınız var ve buraya gidip tatile çıkıyorsunuz. ” demiyor mu  John Grant?


Starbucks şubelerini, genelde kalabalık caddelerde,   orta ve üst kesimin tercih ettiği, alışveriş merkezlerinin ya da alışveriş yerlerinin fazla olduğu ortamlarda açıyor. Bu tür mekânlara insanlar iş için genelde gelmezler ve vakitleri fazlasıyla bulunur. Starbucks’un açıldığı yerlerin emlak değeri artıyor, cazibeli mekânlar halin dönüşüyorlar. Böylece bu çekim gücü sebebiyle Starbucks önemli bir merkez konumunu üstlenmiş oluyor. O bölgede iş yapmak için marka değeri yüksek işler yapmak şart haline geliyor. Kira giderleri de yüksek olacağı için küçük esnaflar buralarda tutunamaz hale geliyorlar.



Gizli müşteri stratejisini kullanarak, kendi kendini denetlettiriyor. Normal bir müşteriymiş gibi davranan şahıs aslında Starbucks tarafından tutulan bir gizli müfettişten başkası değil. Kafeleri tek tek gezerek kafelerde olup biteni not edip merkeze ileterek kaliteyi, en kaliteli hale getirmek için problemi en kısa süre içerisinde çözümlemeyi hedefleyen bir strateji.

Bir bölgede birden fazla Starbucks açılması hedefleniyor. Bunun sebebi de şöyle açıklanıyor: “Eğer bir caddede sadece 1 kafemiz olursa, dolu olması durumunda müşteri beklemek zorunda kalır ya da yürür gider. Biz ikinci, üçüncü, hatta dördüncüsünü bu nedenle açıyoruz”.

Ürünler hazırlanırken müşterinin damak tadı ön planda tutuluyor ve özellikle gidilen bölgenin kültürü hesaba katılarak şubeler açılıyor. Örneğin Starbucks Türkiye’de, Türk kahvesini de menüsüne katmış. 
F Dünyada bir yılda ortalama 7 milyar kilo kahve üretimi yapılıyor. Bunun 142 milyon kilosu (%2) Starbucks tarafından satın alınıyor. Ayrıca dünyada 27 ülkede Starbucks için kahve yetiştiriliyor.
Starbucks, bayilik sistemiyle çalışmıyor. Tüm mağazaları kendi yönetimi tarafından açılıp, işletiliyor.

Starbucks reklâm yapmayan markalardan biri. Daha çok belirli bir kesime hitap edip reklâmını ağızdan ağıza duyurmayı seçiyor. Son zamanlarda kendisine rakip birçok kahve firmasının çıkması pazardaki payını azaltsa da gün geçtikçe büyümesi de devam ediyor. Toplumun genelinin değil de ayrı bir kesimin Starbucks’u seçmesi markayı da müşterileriyle beraberinde farklı hale getirmiş durumda.(STARBUCKS ve STARBUCKS’UN MÜŞTERİSİ)


Her mağazadaki misafir görüş formlarıyla, başka kanallardan gelen şikâyetleri zamanında çözme gibi bir politikaları var. Yüksek müşteri memnuniyeti ve sadakati.


Müşteri aldığı ürünü beğenmezse anında iade edebilir. Sorgulanmaz ve istediği içecek kendisine sunulur. Değiştirme konusunda çekinenler olsa bile kafedeki yönlendirme yazılarıyla müşterinin rahat olması amaçlanıyor.

Starbucks Nasıl Marka Oldu?


VE ŞİMDİ; Amerikalılar için kahve demek, Starbucks demek.



Kablosuz internet bağlantısıyla müşterilerinin kafelerde kalma süresini fazlasıyla uzatıyor. Tabi bu da gelen müşterinin daha fazla harcama yapacağı anlamına geliyor. İstediğin kadar müziği dinleyip, müzik CD’si hazırlama gibi çok zengin bir imkân sunuluyor. Kısacası müşteri konuşulabilir farklılık ve yenilik görüyor. Böylece kendisini farklı hissetmeye başlıyor ve fanatik müşteri haline geliyor. Starbucks'un XM Radio adındaki bir şirkette kendine ait bir kanalı var. Starbucks’ta çalan müzikler burada da dinlenebiliyor. Starbucks, müziğini dinleme imkânı bulamayanlar için böyle bir yöntem bulmuş. Howard Schultz, bu konu hakkında şu yorumu yapıyor;

Büyük bir şirket haline gelmemize rağmen girişimci ruhun devam ettiğinin güzel bir göstergesi. Mağazalarımızda sürekli olarak müzik çalar. Müzik belli bir ortamın yaratılmasına katkıda bulunur. Müşteriler bazen çalan müziği satın alıp alamayacaklarını soruyordu. Sanırım müzikle ilgilenmeye başlamamızın nedeni buydu. Önce kendi derlemelerimizi oluşturduk ve bu başarılı olunca kendi albümlerimizi çıkartmaya karar verdik. İlk albümümüzü, vefat etmeden önce Ray Charles'la birlikte çıkarttık. Bu albüm yılın albümü seçilirken Starbucks pek çok Grammy ödülü kazandı. Albüm 4 milyon sattı. Aynı başarıyı Herbie Hancock'la tekrarladık.

        
  
Starbucks logosu ise bir grup denizcinin günlerce denizde kalıp sürekli kahve içmelerinden ve denizkızı gördükleri hikâyesinden esinlenmiş. Starbucks’un logosu yeşil renkte bir yuvarlağın içinde bulunan sirendir. Logonun ilk halinde göğüsleri ve iki kuyruğu da görülebilir olan sirenin görüntüsü, göğüsleri saçlarıyla örtülerek ve kuyruklarının bir kısmı kapatılarak şimdiki halini almış.

Amerika'daki Starbucks'ların tamamı(7100 adet) aynı gün içerisinde 3 saat(17.00–21.00) boyunca kapatılır. Bunun sebebi olarakta şöyle açıklama yapılır. Müşteriler eskisi gibi memnun değiller ve baristalarına(çalışanlara) bu üç saat boyunca eğitim verilecek. Tabi burada “siz değerli müşterilerimize, daha kaliteli hizmet vermek için gereken her şeyi yaparız” mesajını iletmeyi amaçlamış.



Howard SchultZ’un dilinden

 


F Asıl işimize ve insanların ihtiyacına odaklanarak başarımızın bizi şımartmasına izin vermemek. Çünkü başarıyı yakalayan şirketlerin veya yöneticilerin vurdumduymazlaşarak sahip oldukları şeyleri veya olayın özünü kaybettiğine sık sık tanık oluruz. Başladığımız günlerde olduğu gibi mütevazı, hassas ve başarıya aç olmaya devam etmemiz gerek. Bunu, şirkette çalışan 100 bin kişiyle paylaşmak ve onları desteklemek en büyük sorumluluklarımdan biridir.

F Başarılı olup olmadığımızdan pek emin değilim. Ancak şirketin kültürü ve değerleri, uzun vadede hissedarlarımız için değer yaratmanın yanı sıra sosyal bilinci de unutmamak üzerine kurulu. Bir diğer özelliğimiz ise fazla vaatte bulunmayıp, vaadimizden fazlasını gerçekleştirme kültürümüzdür.

F Artık kimliğimizi veya yaptığımız şeyi sadece "Amerikalı" olarak görmüyorum. Yarattığımız şey evrenseldir.
Bu yaz Ürdün'deydim. Konuşulan dil ve insanların kıyafetinin dışında mağazalarda yaşananlar Amerika'daki mağazalarda yaşananlarla aynı. İster Amerikalı, ister Türk, ister Çinli, ister Ürdünlü olalım, hepimiz aynı şeyi isteriz. Müşteri olarak, saygı görmek ve takdir edilmek isteriz. Çalışan olarak, bize geleceğe yönelik umut ve fırsat verecek bir şirkette çalışmak isteriz. Starbucks, insanların bunları hissedebileceği bir yer yaratmıştır ve kahve öyle bir içecek ki, insanları bir araya getiren sosyal bir olgu aslında. Kısacası, şirket olarak düşündüğümüzden daha fazla fırsata sahip olduğumuza inanıyorum.


F Starbucks'un kâr hedefini ve sosyal bilinci bir arada yürüten bir şirket olmak için çaba sarf ettiğini söylemiştim. Bu bir program değil bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzı 20 küsur senedir şirketin yapıtaşı olmuştur. Aynı şey kahve satın alma yöntemlerimiz için de geçerlidir. Kahve aldığımız gelişmekte olan ülkelerin çoğunda yoksulluğa ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan insanlara odaklanıyoruz. Starbucks olarak bu ülkelerde okullar yaptırdık ve çocuklar için aşı kampanyaları düzenledik

F Starbucks olarak kahveye piyasada verilen en yüksek fiyattan daha fazla para ödüyoruz ancak bir şartla, bu paranın doğrudan çalışanların cebine girmesi şartıyla. Oluşturduğumuz bu uzun süreli ilişkiden hem kahve üreticileri hem de kahve tarlalarında çalışanlar kazançlı çıkıyor. Bu sayede en kaliteli Arabica kahveyi satın alırken kazancını çalışanlarıyla paylaşmaya hazır olan üreticilere en yüksek fiyatı ödüyoruz.


F Müşteriler her gün bir tercih yapıyor ve Starbucks'ı seçiyor. Haftada 30'la 40 milyon arasında müşteriye hizmet verdiğimiz doğru. İnsanların en fazla geri dönüş yaptığı perakende şirketlerinin başında geliyoruz. Bu da müşterilerimizin, kaliteye, markaya, personelle olan ilişkiye ve mekâna olan güvenini gösteriyor. Starbucks'ta çok rahat hissediyorlar.

 Howard SchultZ’un bu sözleri  Aralık 2005’teTürkiye ziyaretinde,  İpek Cem’in kendisiyle yaptığı röportajdan alınmıştır.

“Kahvenin Bill Gates’i: Howard Schultz



TARİHÇESİ

Howard Schultz,
New York, Brooklyn'de yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşta ailesinin içinde bulunduğu sıkıntıları, babasının maddi problemler yüzünden her geçen gün tükendiğine şahit olan Schultz, fark yaratmaya ve birlikte çalıştığı insanlara en rahat ortamı oluşturacağına karar vermiş, tüm çalışma hayatında bunları esas almıştır.
Burslu öğrenci olarak Kuzey Michigan Üniversitesi'ni bitirir ve ev aletleri satan bir şirkette pazarlamacı olarak işe başlar. Bir gün, Seattle'da kahve çekirdeklerini öğütüp taze kahve satarak sürekli kahve makinesi siparişleri veren  ‘Starbucks' adındaki bir dükkân ilgisini çeker ve Seattle'a gider. Onu cezbeden şey aslında kahvedeki efsuni koku olmuştur. kafenin sahipleriyle iletişimini güçlendirir. Bir yıl sonra Starbucks’un sahipleri Schultz’u pazarlama müdürü olarak işe alırlar. Starbucks’un hikayeside böylece başlamış olur.
Starbucks Coffee, kahveye meraklı iki akademisyen Jerry Baldwin, Zev Siegal ve yazar Gordon Bowker tarafından 1970 yılında kurulur. Seattle'daki Pike Place bölgesinde küçük bir kahve dükkânı olarak açıldı. Starbucks ismini Herman Melville'in "Moby Dick" kitabından aldılar. İlk dönemlerinde kahve dağıtım işiyle de ilgilenirler. 1982’de Howard Schultz'ın New York'tan gelip kafedeki atmosferi görmesiyle her şey değişir. Bu durumu kendisi şu şekilde açıklıyor;
Aslında Starbucks'ta bir çalışan olarak işe başlamıştım. 1982 yılının sonbaharıydı. Üç mağazamız vardı ve dördüncüsünü açmaya hazırlanıyorduk. Beni cezbeden, girişime yönelik fırsatlar oldu. Kahvenin kalitesinden çok etkilenmiştim. Aslında Seattle halkını kahve konusunda eğitiyorduk. Bir gün şirketin sahibi olacağımı ve sizin de dediğiniz gibi 10 bin şubeye sahip olacağımızı hiç düşünmemiştim. İnanılmaz bir hayali gerçekleştirdik.
Geldiği yerde çok iyi bir konum yakalamışken, her şeyi geride bırakmaya karar verir ve eşiyle birlikte Seattle'a taşınır. Diğer üç ortakla birlikte işi götürmeye karar verirler. Schultz aynı sene İtalya Milano’ya bir ziyaret yaptı ve buradaki sokak kafeleri (espresso barları) onun için önemli bir dönüm noktası oldu.
Schultz, İtalya’dan döndüğünde kendi kendine şu soruyu sormuş: ‘Niye ABD'de de insanların oturup sohbet edebilecekleri kafeler olmasın?'
1985’e gelindiğinde ise anlaşmazlığa düşerler ve Howard Schultz ortaklıktan ayrılır. Vakit geçirmeden Roma efsanelerindeki "savaş tanrısını" simgeleyen İl Giornale markalı kahve dükkânları zincirini kurar. 1987 yılında Starbucks Coffee'nin üç ortağı birkaç “Peet’s Coffee and Tea” mağazasını satın alınca şirketlerini satmaya karar verirler. Howard Schultz, hiç beklemeden şirketi satın alır(3,8 milyon dolar) ve Starbucks Coffee'nin gerçek hikayeside bundan sonra başlamış olur. Schultz`un İI Giornale isimli kahve dükkânları, Starbucks’a dönüşerek hizmet vermeye devam eder.



Starbucks, açılmadan önce ABD’ deki kahve durumu şöyleydi: ABD’de kahve tüketiminde yılda yüzde 2,5 düşüş gözleniyordu. Bu sebeple Starbucks’un başarılı olacağına hiç kimse inanmıyor ve bu işe girmek tamamen mantık dışı kabul ediliyordu. Bu değerlendirmeleri yapanlara göre ancak ucuz satarsan pazardaki gücünü koruyabilirdin. Howard Schultz bu yorumların karşısında ne yapabilirdi. Vazgeçebilirdi. Ama o devam etmeyi göze aldı. Bir araştırma hazırlattı. Bu araştırma kahve dükkânlarındaki rahat olmayan ortamlar ve müşteriye yeterince ilginin gösterilmemesi gibi sebepler yüzünden insanların buralardan uzaklaştığını ve bu kafelerin kapandığını gösteriyordu. 242 ciddi yatırımcı bu işle ilgilenmek istedi, Howard Schultz bunların arasından 25’iyle çalışmayı seçti. Böylece Starbucks global bir marka haline gelmeyi başardı.1992’de diğer şehirlere yayılmak için maddi sıkıntıya düşmüş ve bir çok kişinin alayıyla karşılaşmış.
Starbucks, ilk mağazalarını Vancouver, British Columbia ve Chicago, Illinois şehirlerinde açtı. Kuzey Amerika dışındaki ilk mağazası 1996 yılında Tokyo, Japonya’da açıldı. kafe sayılarında her zaman artış isteniyor. Bunun nedeni de müşteri memnuniyeti. Howard Schultz, Kanada da Starbucks’u açtığında müşterilerin kuyrukta beklediğini görünce, gerekirse caddenin karşısına yeni bir Starbucks açmaları gerektiğini söylemiş ve dediği şekilde dükkânı açtırmış. 



F Starbucks, 1992 yılında 165 adet olan mağazalarını 2003 “Seattle`s Best Coffee” ve “Torrefazione İtalia” mağazalarını alarak 215’e çıkardı. Amerika’da bir yılda açılan mağaza sayısı, yirmi yılda açılana eşit.
F 1982’de beş mağazası bulunan Starbucks’un şimdi 37 ülkede ve 12.500’e yaklaşan şubesi vardır. Bunların çoğunluğu Amerika’dadır. Starbucks'un uzun vadeli hedefi 20 bini Amerika'da olmak üzere dünya genelinde 40 bin mağaza. Bu mağazalarda 130 bin kişi çalışıyor.
F 1998 yılında Starbucks, ABD’de 1500, ülke dışında ise 300 kafeye ulaşmış
F (1 Temmuz 2000) Restaurants and Institutions Dergisi, Howard Schultz’u 'Yılın Yöneticisi' seçti.
F Eylül 2000, Columbia Üniversitesi İşletme Bölümü, İş Etiği Botwinick Ödülü verdi.
F BusinessWeek (Ocak 2002), Howard Schultz’u 'Yılın En İyi 25 Yöneticisi' arasında gösterdi.
F (2004) Time Dergisi, 'Dünyayı Yönlendiren 100 Lider' arasında gösterdi.
F 2006 cirosu yaklaşık 8 milyar, karlılığı ise 500 milyon dolar.
F Starbucks markası 21. yüzyılın en büyük 75 küresel markası arasında anılmaktadır.
F 2005 yılında Fortune tarafından 7. kez “çalışılabilecek en iyi 100 firma“ arasına seçilmiştir. 

STARBUCKS nasıl başardı?




 Bir kahveden öte

Okunmaya değer bir hikâye, markayı doğurur. Bu hikâyede herkese yer olursa, herkes hikâyeyi okur ve ondan büyük zevk alır. Ciddi markalar herkese yer açar ve herkesi kendi hikâyesinin içine katarak değer yaratırlar.
Starbucks, "Fincana Kalbinizi de Koyun" diyerek kahveden öte şeyler sattığını dünyaya haykıran bir marka. Başarı hikâyelerine pek yer verilemeyen Starbucks hikâyesi, aslında gerçek başarıyı tadanlar tarafından iyi bilinen bir hikâye. İstanbul’u ziyaretinde hiçbir yeri gezmeyen ve sadece Starbucks’ları gezip değerlendirmelerde bulunacak kadar işiyle meşgul bir kimse bu hikâyenin birinci kahramanı” Howard Schultz”. Bir fincan kahvenin ötesinde bir dinlenme mekânı, benzersiz bir deneyim, bir tatil, bir sohbet,  bir kimlik, bir tutku, bir hayat tarzı ve müşterinin kendi seçimlerini özgürce yapacağı bir anlam taşıyor. Kahve sıradan bir bitki gibi görülürken şimdi dünyanın saygı duyduğu bir markanın ellerinde değer kazandı ve hizmete amade hale geldi. “Her seferinde ilk fincan kahvenin heyecanını yaşayan” markayı oluşturanlar, kahveyle duygusal bir ilişki kurdular. Bir kahve çekirdeğinin yaydığı koku bu kadar etkileyici olabilirdi ancak.

 

Howard Schultz, bu işe başlarken kahve zincir mağazasını kuracağını biliyor muydu acaba? Kesinlikle bilmiyordu. Ama gördüğü bir şeyi anlamaya çalıştı; “İNSAN’ı ve onun isteklerini”. İnsanların özdeşim kurduğu bir marka oluşturup, kendilerini değerli hissettirecek, bunu anlatacak ve hayalinin gerçeğe dönüştüğünü görecek yeni bir oluşumu gerçekleştirmeliydi. Bunu görüp kollarını sıvadı. Reklâm yapmadan kendine milyonlarca fanatik müşteri bağladı. Starbucksun hikâyesi diğer hiçbir hikâyeye benzemeyecek kadar farklı. Neden mi? Birlikte görelim.

Toyota’nın vizyonu nedir?





Hiçbir şey daha iyisi yapılamayacak kadar iyi değildir. Bu yüzden yaptığımız her şeyde sürekli gelişim hedefi ile çalışıyoruz. Bu sözler birer slogan veya duvara asıp unuttuğumuz misyon cümleleri değildir - İş yapma biçimimizin tanımıdır. Hatta bunun için kullandığımız bir tabirimiz de vardır: 'Kaizen'. 'Sürekli iyileştirme' anlamına gelen 'kaizen', mutlak kaliteye ulaşma çabamızda bizi yönlendiren temel ilkedir.
Ödün vermediğimiz kalite anlayışımızla yaşam kalitenizi artırıyoruz. Bunu bağımsız müşteri memnuniyeti araştırmalarında Toyota'ya sürekli yüksek not vermenizden biliyoruz. Bu durum, Toyota'nın Euro NCAP güvenlik testlerinde aldığı çarpıcı sonuçlarla da tescilleniyor. Hepsinden önemlisi, bunu biliyoruz çünkü aracınızı ilk satın alıp elinizden çıkarttığınız tüm süre boyunca memnun kalmanızı sağlamak en büyük hedefimiz.

Bunun sizin için anlamı şu: bir Toyota aracının sürücü koltuğuna oturup motoru her çalıştırdığınızda, içiniz yüzde yüz güvenle dolar. Bu güven, kullandığınız aracın en yüksek kalite ve güvenilirlik standartlarıyla tasarlandığını ve üretildiğini bilmenizden kaynaklanır. Toyota için kalite yalnızca bir vaat değil, bir yaşam biçimidir.
Hedefimiz sizin memnuniyetiniz!

Yoshi’nin 8 kuralı




*Kural 1: Açık fikirli olun ve seyahati sevin
*Global iş sahnesini daha iyi anlamak için, liderler dünyanın her köşesine
seyahat etmeye hazır olmalıdır, iyi bir seyyah olmanın en önemli parçası ise
açık fikirli olmak ve gittiğiniz yerin dilini bilmezseniz bile oradaki
insanlarla iletişim kurabilmektir.

*Kural 2: İyi bir dinleyici olun
*İyi liderler, konuştukları kadar dinleyerek de iletişim kurmalıdırlar.
Dinleyerek, diğerlerinin görüşünü tam anlamadan karar verme tuzağına
düşmekten kurtulurlar. Dinlemeye zaman ayırmak, söylenmek istenenin
ardındaki anlamları da ortaya çıkar.

*Kural 3: Pozitif bir tavır takının
*Yeni bir kültüre ya da iş ortamına girdiğiniz zaman, pozitif bir tavır çok
çabuk yol almanızı sağlar. İyi liderler organizasyondaki performans ve moral
durumuna zarar veren bariyerleri bulmalı ve onları ortadan kaldırmak için ne
gerekiyorsa yapmalıdır. Böylelikle, negatif düşünce döngüsünü kırmış olurlar
ve işler tekrar pozitif bir raya oturur.

*Kural 4: Vücudunuzu ve zihninizi sağlıklı tutun
*Liderlerin zihinsel ve fiziksel olarak sağlıklı olması çok önemlidir.
Önemli kararlar verme aşamasında oluşan zihinsel baskı, bir insanın fiziksel
sağlığını etkileyebilir. Mümkün olduğunca odanıza veya evinize erken dönün
ki, ertesi günkü olaylar için bol bol dinlenmeye vaktiniz kalsın. Dengeli bir
hayat, sağlınız ve alacağınız kararlar için çok faydalı olacaktır.




*Kural 5: Hayatın öğrencisi olun
*İyi bir lider olmak için, hayatta hep Öğrenci olarak kalmalısınız, iş
dünyası hakkında kitaplar okuyun ve çalışmaya gideceğiniz ülkenin kültür ve
tarihini iyi çalışın. Vaktiniz oldukça da meslektaşlarınızla sohbet edip
onların fikir ve tecrübelerinden bir şeyler öğrenmeye çalışın.

*Kural 6: Başkalarına saygı gösterin
*Büyük liderler, başarılı insani ilişkileri yürütmenin anahtarının saygı
olduğunu fark etmişlerdir. Bu liderler karşılarındakileri dinleyerek,
görüşlerine açık fikirli bir tutumla yaklaşarak ve yerel adetlere uyarak,
saygı görmek için saygı göstermek gerektiğini çabucak öğrenmişlerdir.

*Kural 7: Bir takım kurun ve takımınızdakilere destek verin
*Gerçek liderler sadece kendilerini değil, tüm ekibi geliştirmek için büyük
bir çaba göstermelidir. En zor iş, güven inşa etmektir. Ekibinizden biri
hata yaptığında ona yardım ederek, onu dinleyip ilgi göstererek hiçbir
maaşın ya da primin sağlayamayacağı bir motivasyon sağlarsınız.

*Kural 8: Eğlenin
*İnsanlar, sevdikleri insanları takip ederler. Ve eğlenmeyi bilen insanlar
sevilir. Hayat, işinize ölüm kalım mücadelesiymiş gibi bakmak için çok kısa.
Eğlenmek, işi çekilir ve hayatı yaşanır kılmak için özel bir bağ yaratma
potansiyeline sahiptir